izleniyoruz

Saturday, June 23, 2012

Taşındım...

Artık burdayım: http://aradabiryer.wordpress.com/

RIP!


Size babamı pek rüyamda görmediğimi söylemiş miydim? Durun söyleyeyim o zaman: Babamı pek rüyamda görmem. Bir ara, sanırım 19-20 yaşlarında iken bir süre babamı gördüm rüyamda. Sürekli olarak “bunu bize nasıl yaptın?” diyordum. Bir ikisi o kadar öfke doluydu ki annem bile ortak olmuştu öfkeme. Böyle bir rüyanın akabinde yatağında uyandığım o zamanki erkek arkadaşım, bana sarılıp “babanı affet artık” dedi. Sanırım yaşının benden büyük olmaması sebebiyle, benden dokuz yaş büyüktü, sözünü dinledim. Babamı affetim. Babam bir daha rüyalarıma hiç gelmedi. Ta ki buraya gelene dek…

Buraya gelişimin ilk haftasında bir bayram sabahında buldum kendimi. Elbette rüyamda. Babam da gelmişti. Şaşırtıcıydı elbette. Ömrümün son 15 yılında babamın bayram sabahlarını şereflendirdiği görülmemişti. Aynıydı. Hiç değişmemişti. Hatta o kadar değişmemişti ki üzerinde yine aynı gri montu vardı. Mevsimlerden bahar, memlekette yağmur zamanıydı. Montun abes bir taraı yoktu. Sımsıkı sarıldım ve yanaklarına kocaman öpücükler kondurdum. “İyi ki geldin baba” dedim, “çok özledim ben seni”.

Bu böyle geçti. Geçenlerde bir kere daha gördüm babamı. Babam ikinci kez evlenmeye niyetlendiğinde ailede çıkan krizden bahsetmiş miydim size? Durun anlatayım. O sıralar herhalde 60larının ortasında olan büyük amcam, bembeyaz saçları ve beni mavi gözlerden ömrümün sonuna kadar ürkmeye yetecek kadar öfke saçan gözleriyle eve geldi. 14-15 yaşlarındaydım. “Evlenmek istiyormuşsun, evlen; ama ben senin için bu apartmanda yaşayan kimsenin huzurunu bozamam. Sen bizi istemiyorsan sen çeker gidersin” sözleriyle babamı azarladı. Benim yanımda. Babam kendi abisi tarafından, çocuğunun gözü önünde, kendi evinden kovuldu. Alenen.

Rüyamda arkadaşlarım gelmişti bize. Bir huzursuzluk vardı ya evde, anlayamıyordum. Yengemler söylenip duruyordu. Yani ortada kimse yoktu ama ben de babam da o sözleri duyuyorduk. Niye gelmişti onca insan? Kim ilgilenecekti onlarla? Kim sofra kuracaktı şimdi bunca işin gücün arasında? Küçük amcam elinde bir siniyle indi bizim kata. Üst kattan yengem bize yemek göndermişti. Babam siniyi görünce “Ben yemek yapın, ilgilenin demedim ki! Benim kızım halleder her şeyi. Ben sadece gelsinler bir ‘merhaba’ desinler istedim” dedi ve ellerini yüzüne kapatarak hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Babama sarıldım, ben de ağlamaya başladım. “Baba, ne olur ağlama, ben her şeyi yaparım, ne olur sen üzülme” dedim. Uyandım.

Kan ter içinde…

Tuesday, June 19, 2012

Bak sana bir fıkra anlatayım.

Bir Amerikalı, bir Yunan, bir Yahudi ve bir Türk oturmuş çay içiyorlarmış. Ve aslında bundan başka bir şey de olmamış. Sakin sakin çaylarını yudumlayıp uzun uzun sohbet edip dağılmışlar. Hatta bırakayıp şu "-miş"li geçmiş ekini bir kenara da "dağıldılar" diyeyim.

Ya da en iyisi baştan başlayayım. Pazar günü dörtten sonrayı iöyle bir grubun içinde geçirdim. Beş Türk: biri Kafkas; birinin sekizde biri Rum, biri Yahudi, diğer ikisi en azından bildikleri kadarıyla Türk.    Bunların hepsi Türkçe ve İngilizceye hakim. Kafkas olan aynı zamanda Fransızca ve bir parça babaannesinin dilini konuşuyor. Sekizde bir Rum olan elbette Rumca biliyor çat pat. Yahudi Türkçe, İngilizce, biraz Fransızca biliyor ve elbette Ladino'dan anlıyor. Ortamda iki Yunan var. Baba-oğul. Baba ziyarete gelmiş. Bizim amcalardan farkı yok. "Hello", "Thank you" dışında İngilizce bilmiyor. Oğlu Yunanca ile İngilizce arasında sık sık çevirmenlik yapıyor. İki Amerikalı daha var. İki eşcinsel. Biri Yunan asıllı. Mükemmel Yunanca konuşuyor. Diğeri Afro-Amerikan. Afro-Amerikan'ın biyolojik çocukları olduğu belli olan iki küçük kızları var. Türklerin de çocukları var. Çocuklar sadece çocuk. Oyunun dilini keşfedip diğer mevzularla ilgilenmiyorlar.


Bir masanın etrafında önce börekler yeniyor. Çay, böreğe eşlik ediyor. Karınlar doyuyor, sohbet derinleşiyor. Yemeğin cilası bir tek rakı oldu. Keyfim gıcır oldu. Masaya şöyle bir baktım ve o anda anladım. Burası insanoğlunun yorulan zihnini dinlendirmek için son derece iyi tasarlanmış, arızalarından arındılmış, bir çeşit yeryüzündeki cennet görüntüsü verilmiş, bir tuzaktı.

Fuck!              

Friday, June 8, 2012

Değişiklik iyidir

Dedim ve kalktım geldim. Lakin o gelmeden önceki süreci siz bir de bana sorun. Yani çoğu zaman sükunetimi korumaya çalışsam da son yirmi gün beni ufak ufak afakanlar, kalp çarpıntıları ve bol alengirli ali cengiz oyunlu rüyalar taciz etmedi değil. Mayısın ilk haftası, yani gitmeme neredeyse 15 gün kalmışken üç sabah üst üste gördüğüm rüyaları sırf şahsi tarihime not düşmek için buraya yazacağım.



1 Mayıs salı sabahı
Bir sınıfın kapısında bir sandalyeye oturmuş bekliyorum. Benim gibi oturmuş bekleyen bir iki kişi daha var. Belli ki bir sınav sırası bu. İçeriden çıkanın ağzından laf almaya çalışıyoruz ama nafile. Geveleyip duruyor. İçeri çağrılıyorum. Bir ünversitede bir sınıf. Küçük cinsinden. Karşımda öğrenciler var. Sınıfın sağ arka köşesinde tez danışmanın oturuyor. Tahtanın önündeyim. Masanın yanında beni sınava tabi tuttuğu belli olan hoca duruyor ve "Hadi, bize biraz şu konuyu anlat" diyor. Konuyu hatırlamıyorum. Bast bir şey. Yaklaşık 40 dakika anlatıyorum. Sonra biraz soru cevap. Öğrenciler çıkıyor. Ben heyecanla beklemeye başlıyor. Adam önündeki kağıda bir şeyler karalarken "Sen bunları İngilizce de anlatabilir misin?" ddiye soruyor. "Evet, anlatırım sanırım" diyorum. "Ama ne kadar fluently anlatabilirsin?" diye ısrar ediyor, "Daha önce hiç yabancılara anlattın mı? Peki seni anladıklarından emin misin?" "Bilmiyorum ama daha ziyade Türk arkadaşlarımın önünde İngilizce konuştum, onlar anlamıştı" diyorum. Bu sırada arka sıralardan kalkan tez danışmanım gelip masanın hemen önündeki sandalyeye oturup bizi dinlemeye başlıyor. "Sen nereden mezunsun?" diye soruyor adam. "Anadolu lisesi" diyorum. Yetmiyor, yüzü bir türlü gülmüyor. Danışmanım dayanamayıp araya giriyor "Ne sorup duruyorsun hocam, iyi değil miydi?" "Valla, değildi" diyor adam. "Nasıl?" diye soruyor danışmanım. Adam birtakım kağıtlar çıkarıyor: Bak hocam, diyor, yazılı kısmı da pek parlak değil, 69 almış. Danışmanım, sağ bacağını hızlı hızlı sallarken gözlerini bana çeviriyor. Adam bana dönüyor ve şöyle diyor: "Bak kızım, sen ne kendini ne başkalarını kandır. Sen vasatsın. Bu hayatta başardığın hiçbir şeyi kendin başarmamışsın, hep birileri yardım etmiş. Bu iki yüzlülükten vazgeç." Cılız bir sesle ne anlam ifade edeceğini hiç bilmediğim şu cümleyi söylüyorum: "Ama ben üniversite sınavını kendim kazandım, kimse yardım etmedi." Danışmanımın gözleri hâlâ beni izliyor, sağ bacağı durmak bilmiyor. 

2 Mayıs çarşamba sabahı
Bir kalabalığın ortasıdayım. Ve doğurmak üzereyim. Ama bu kimsenin umrunda değil. Kesem patlamış, suyum gelmiş, çocuğun başı neredeyse dışarıda. Ayakta öylece durup "yardım edin" diyorum. Yardım eden yok, pat diye doğuruveriyorum. Bir oğlan. Gözüm aydın. Şimdi kucağımda. Üstüm başım ve bebeğin üstü başı kan içinde. Göbek kordonunu kesmek istiyorum ama bir türlü kesici bir alet bulamıyorum. Makas yok, bıçak yok. "Bari bir makas verin" diyorum, yine ses yok. "En iyisi ben bu bebeği yıkayım, böyle olmaz" diye düşünüyorum. Küvetin başında buluyorum kendimi. Oğlanı küvetin içine bırakıp suyu ayarlamaya çalışıyorum. Arkamı döndüğüm anda bebeği büyümüş, yedi aylık olmuş buluyorum. Sarışın, mavi gözlü minik bir tosuncuk. Kendi kendine kalkıp küvetin içinde oturuyor ve gülücükler atmaya başlıyor. Ama hâlâ göbeği bana bağlı. Şaşırıyorum. Sonra birden oradan kaçmam gerektiğini anlıyorum. Birileri var peşinde. Yedi aylık olmuş ama göbeği kesilmemiş bebeğimi alıp şehrin meydanından saklana saklana geçiyorum. Bulduğum ilk taksiye atlıyorum. Arka koltukta iyice gizlenip "Lütfen bizi götür buradan, hastaneye gidelim. Peşimdeler... Daha bebeğin göbek bağı kesilecek" diyorum. Taksici yaşlı bir Meksikalı. 

3 Mayıs perşembe sabahı
Memleketteyim. Malum, uzaklara gidip uzun süre kalacağım için vedalaşma turları. Bir evin önündeyim. Kuzenimin evi. En sevmediğim, beni en sevmeyen kuzenim. İçeri giriyorum. Salonda oturuyoruz. Sohbet de edilmiyor pek. Huzurlu denebilecek bir sükunet hakim. Hani   hal hatır sorulmuş, bilgi alınmış ve herkes kendi dünyasına çekilmiş cinsten bir huzur. Evlendiğim sırada yeni doğmuş olan kızı dört yaşına girmiş. Kuzen onunla ilgileniyor. Ona bakarken nihayet bir denge bulduğunu düşünüyorum. Ve o sırada kuzenin dört senedir görmediğim kocası bana dönüp "Eee, anlat bakalım, ne yaptın da kocan seni terk etti?" deyiveriyor. Bütün huzur kaçtı. Bir anda "Bir şey yapmadım ki... Zaten sevmiyormuş beni bir senedir, öyle dedi. Hem başkasıyla birlikteymiş. Bir şey yapmadım" diye savunurken buluyorum kendimi. Yine yeni yeniden... 

Bütün korkularımın ziplenmiş halde vücut bulduğu bu rüyalar sırasında ve sonrasında biraz daha devam ederse ne edeceğimi bilemediğim kalp çarpıntılarıyla boğuştum. Kapalı mekânlar dar, insanlar fazla geldi. 

Sonra ben çekip buraya geldim. Geçende de rüyama babam geldi. Yanaklarından öpüp "Seni ne çok özlemişim, iyi ki geldin" dedim.