izleniyoruz

Friday, December 11, 2009

Lâl

Ben uzun süre önce lâl olmaya karar verdim. Hayır, hayır yanlış anladınız. Kırmızı olmadım elbette. Kırmızı anlamına gelen kelime “l'al” diye yazılır, bu “lâl”. Facebook'a, msn'e, gtalk'a bunu koydum, uzun süre de değiştirmedim. Bir arkadaşım “'hamuş' desen anlayacağım, Divân edebiyatında da kullanılır ama lâlliği anlamadım” dedi. Lâl, dilsiz demek, ondan seçtim, dedim. “Neden hamuş değil de lâl?” dedi. Güzel soruydu. Cevabı o zamandan bu zamana değişmedi. Hamuş, suskun demek, ben susamam. Bilirim, ne olursa olsun anlatmak isterim içimdekileri. Suskundan daha güçlü bir kelime, daha güçlü bir sıfat lazım o yüzden bana. Bu yüzden dilimi kökünden kesecek olanı tercih ettim, lâl oldum. Lâl olunca bir şey anlatmam sandım, ama lâlliğin susmak olmadığını da geç fark ettim.


http://gezimanya.blogcu.com/bir-baska-beyoglu-galata-mevlihanesi/1803553

İhsan Oktay Anar'ın Suskunlar adlı kitabı çok uzun süredir elimdeydi. 2007'de çıkar çıkmaz almıştım yanlış hatırlamıyorsam. Birkaç kez başladım ama devamı gelmedi, hep yarım kaldı kitap. Suskunlar  ismini Galata Mevlevihanesi'nin içindeki 'Hamuşan' bölümünden alıyor. Hamuşan suskunlar, yani ölüler demek. Mevlevihanedeki mezarlık böyle adlandırılıyor. Adından da anlaşılacağı üzere Galata Mevlevihanesini de anlatıyor kitap ama sadece bunu anlatmıyor her zamanki gibi. Bu sefer kendine konu olarak İstanbul müzisyenlerini seçmiş Anar. Ama belirtmek lazım Klasik Türk Müziği üstadları ve sazları var kitapta. Bölümler Türk müziği makamlarına göre adlandırılmış. Kitabı okurken müzik bilgimin, özellikle Klasik Türk müziği bilgimin bu kadar az olmasına hayıflandım. Çünkü yazarın kurduğu bağlantıları daha iyi kavrayabilmek için bu müziğin ayrıntılarını, hangi makamın nasıl bir havaya tekabül ettiğini bilmek lazım gibi geldi. O anda istedim ki kitapta bir düğme olsun, mesela Dügâh bölümünden önce bu makamda bir parça çalsın, böylece ben de kendimi bu yeni bölümün ruhuna hazırlayabileyim. Ne yazık ki mümkün değildi böyle bir şey. Belki e-readerlarla birlikte hayatımıza girecek olan yeni kitap formatında böyle imkânlar da olur.

Adının aksine kitap son derece sesli aslında. İşinin erbabı birçok müzisyenle dolu. Ama aralarında yedi tanesi var ki, İstanbul'un en iyi müzisyenleri olarak biliniyorlar. Ancak başlarına gelecek felaketten habersizler. Konusuna bu kadar değineceğim. Asıl konuşmak istediğim susmakla ilgili. Susmak ve kör olmak, kitapta karşımıza çıkan iki tema. Eflâtun susuyor yedi şehrin kahinleri kör oluyor. Neden? Mevleviler olunca işin içinde mevzunun da tasavvufla derinden ilgisi var elbette. Hakikati duyan susuyor, kendini sadece o hakikati dinlemeye adıyor. Hakikati gören kör oluyor, hakikatten başkasını artık görmüyor. Kendi lâlliğimi ilan ederken böyle düşünmemiştim elbette. Haddime düşmezdi zaten. Ama ister istemez susmaya karar verdiğimde yaşadıklarımı düşünmeden edemedim. Çok güzel bir cümle vardı kitapta. Şeyh İbrahim Dede, kan revan içinde kalmış Eflâtun'u mevlevihanenin kapısında gördüğünde şöyle der:

“Senin buraya gelmenin sebebi sadece bizim 'Gel' dememiz değil, ayrıca onların sana 'Git' demeleri. Hiç kimseye 'kötüdür' deme. Aslında onlar, bilmeden iyilik eden insanlardır.” (123)

Kendi hâlimi düşünmeden edemedim bu cümleyi okuduğumda. Altı ay önce bana 'Git' diyenleri ve tam o sıralarda bana 'Gel' diyenleri. Beni Eflâtun gibi bir sessizliğe gömmüp sadece benim duyduğum bir ıslığın peşinden, yara bere içinde bir hanenin kapısına getirenleri ve o hanenin içinde beni güler yüzle karşılayıp 'Hoşgeldin' diyenleri. Altı ay önce onlara 'kötüdür' diyordum, şimdi 'ne büyük iyilik etmişler' diyorum. Altı ay önce lâl olmayı bir öfkeden, küskünlükten ötürü istiyordum. Şimdi lâlken duyduklarımı, lâlken anlattıklarımı görüp seviniyorum. Altı ay önce kırık döküktü hakikat, anlamsızdı. Şimdi bütün oldu, anlamını buldu. Altı ay önce ben ben değildim, şimdi ben hiç olmadığım kadar benim.

Bazen kitapta bir cümle okuruz. Basit bir cümledir. Yazar yazdığını bile unutmuştur belki. Ama okuyan için başka anlama gelir. Bazen bir cümle okuyanı olduğu noktadan bir başka noktaya taşır. Bazen bir cümle, sadece bir cümle değildir. Tıpkı bazen dilini bile kesmenin anlatmaya engel olamayacağı gibi.

6 comments:

  1. 'algı' zamanla değişiyor, 'zaman' da algıyla. 'lal' olmaksa yalnızca bu sürecin sürekliliğini fark etmek olsa gerek.

    ReplyDelete
  2. ayrıyeten sertab erener in bir lal şarkısı vardır ki hastayımdır kendilerine

    ReplyDelete
  3. evet çok güzel şarkıdır. oradaki l'aldir işte hem kırmızı anlamındadır, hem şarap.

    ReplyDelete
  4. sertap'ın lal ını da hatırlamalı....

    ReplyDelete
  5. bir kitap okuyup hayatın değişmesin sütlükahve, lal olmak şimdilik güzeldir belki ama ilerde, daha ilerde çıkaracağı komplikasyonları bilmiyoruz. yinede haklısın lal olmak çal çene olmaktan kat kat daha iyi.

    İbrahim dedenin söylediği cümle bana ff de okuduğum bir başka cümleyi hatırlattı
    " sanmaki gidiyorum, ben seninle kalıyorum.. sanmaki kalıyorsun sen benimle geliyorsun. şekspir oyunundanmış

    ...bizim için kötü olduğunu düşündüğümüz bazı şeyler aslında iyi olabiliyor, yada tam tersi, evet...

    ReplyDelete
  6. bir kitap okuyunca hayatım değişmedi, ama bu cümleyi okuyunca sarsıldım, itiraf ediyorum. lal de olamadım zaten, sandım ki susacağım, baktım bir yolunu bulmuş yine anlatıyorum.

    onun bana iyi geldiğini, benim için iyi olduğunu sanıyordum. gidişinin bir tür cehennem olduğunu düşünmüştüm. şimdi her şey yer değiştirdi.

    ReplyDelete

Söyle, içinde kalmasın.