izleniyoruz

Monday, January 4, 2010

Epikriz: Bir Yazarın Halet-i Ruhiyesinin Raporu

Bir süre daha izledik alevleri. “Karakterimi o odadan nasıl çıkaracağımı buldum” dedim.
“Nasıl?”
“Odayı yakacağım, hatta bütün binayı”.
“Yangın merdiveni var mı?”.
“Evet var”. (49)

Bir öykü kitabından beni şaşırtmasını beklerim. Herhangi bir biçimde yapabilir bunu. Anlattığı konu ilginç olabilir. Anlatım biçimi farklı olabilir. Öyküye başlayışı ya da öyküyü bitirişi vurucu olabilir. Ama mutlaka beni şaşırtmasını beklerim bir öykü kitabından. Epikriz, gerek anlattıklarıyla gerek onları anlatma biçimiyle uzun süredir beni şaşırtan nadir öykü kitaplarından biri oldu.  Epikriz, 1977 doğumlu genç öykü yazarı Tuncay Durmuş’un ilk kitabı olarak Mayıs 2009’da Minima Yayınları’dan çıktı. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi mezunu olan Durmuş’un daha önce öyküleri Bireylikler, Koridor, Lacivert, Ekin Sanat ve Yazı Hariç gibi edebiyat dergilerinde yayımlanmış. Sanat yaşamı sadece yazmaktan ibaret olmayan Durmuş, daha önce resimle ilgilenmiş ve eserleri çeşitli karma sergilerde yer almış. Artık yazmakla daha ilgili gibi görünüyorsa da yazarın hayatında resmin önemli bir yeri olduğu ve yazma edimini mutlaka bir biçimde resimle bağdaştırmak istediği anlaşılıyor. Daha kitabın kapağını gördüğünüzde bu isteği fark ediyorsunuz. Zira kapağı süsleyen resim de Tuncay Durmuş’a ait 2005 tarihli bir eser.
Resim, sadece yazarın hayatında değil, öykülerinde de önemli bir yer tutuyor. Hemen hemen her öyküde karşımıza bir resim ya da bir ressam çıkıyor. Bazı öyküler başlı başına bir ressam ya da resme adanmış.  Örneğin “Oda” bir ressamın öyküsünün anlatıldığı öykülerden biri: “Değişik ülkelerdeki sergilere katıldı. Büyük bir atölye aldı kendine. Geniş pencerelerdeki lekelerin arasına parmağıyla izler çizip, onlara bakıp hayaller kurdu. Yengeçlerin kızıl ve saldırgan oldukları duygusunu arttıran çalışmalarla doldurdu atölyesini.” (39) “Duygu”da karşımıza bir türlü güzelleşemeyen, farklı farklı şekillerde yapılan ama hep çirkin olan bir resim var karşımızda. Okur ister istemez bu resimin ne olursa güzelleşeceğini merak etmeden duramıyor öyküyü okurken.
Öykülerin konusunun yanında anlatımında da resim önemli bir ipucu. Durmuş, öykülerini görselliğe dayandırarak anlatıyor. Bir öyküyü anlatmanın çeşitli yolları vardır. Öyküdeki seslerden bahsedebilirsiniz, kokuları tanımlayabilirsiniz, kahramanın dokunduğunda hissettiklerini ya da sadece duygularını anlatabilirsiniz. Yazar, görselliği tercih etmiş. Âdeta sözcükleriyle resim yapar gibi öyküler kurgulamış. Örneğin “Savaş” adlı öyküsünün girişinde yer alan patlama sahnesi, ilk anda okuyucuda ses imgeleriyle tanımlanacağı izlenimini yaratıyor. Oysa yazar, patlamanın sesinden ziyade neden olduğu hareketler üzerinde durarak okuyucunun önünde sessiz ama hareketli bir sahne canlandırmayı tercih ediyor: “Patlamanın etkisiyle sallanan dolaba tutundu. Ampulleri telaş içinde önlüğünün cebine koyup koridora yöneldi. Kapıdan çıkarken hemşire Ruben’e çarptı.” (59)
Yazarın görselliğin bu kadar üzerinde durmasının bir nedeni de anlattıkları elbette. Sıradan bir öykü üslubunun çok dışına çıkan bir anlatımı var Durmuş’un. Öyküler çoğu yerde halüsinasyonlarla iç içe geçmiş. Bu halüsinasyonlar bütün canlılığıyla beliriyor gözümüzün önünde. Gerçekle gerçek dışının ayrımını yapmak zaman zaman zorlaşıyor. Sınırları belirlemek için sadece bir okuyucu değil, aktif bir okuyucu olmak, bütün dikkati kitaba vermek gerekiyor: “Matador arenadaki turunu tamamlamak üzereydi. Yerimden kalktım. Çıkışa giden merdivenleri tırmanırken sıkıntımın katlandığını hissediyordum. Sıçrayarak uyandım.” (54)
Bütün bu halüsinasyonlar elbette öykünün psikiyatri ile olan yakın ilgisini de kuruyor. Öyküler psikanalitik bir okumaya son derece uygun. Zaten neredeyse her öykümüzde psikiyatrik bir vakayla karşı karşıyayız aslında. Bu nedenle öyküleri okurken aslında büyük psikiyatri koğuşunda elimizde kamerayla dolaşıp her bir hastadan kendi öyküsünü dinliyormuşuz izlenimine kapılıyoruz. Her şey kitabın sonunda yer alan “Sorgu” öyküsünün dönüp dolaşıp o kamerayı kamerana çevirmesiyle berraklaşıyor. “Sorgu” okuyucu için bir anlamda bütün düğümlerin çözüldüğü, bütün öykülerin birbirine bağlandığı tek bir uzun öykü oluyor.
Kitaptaki bu görselliğin yanı sıra bir de öykülerde sürekli tekrarlanan bazı görsel imgelerden söz etmek lazım geliyor. 15 öyküden oluşuyor kitap. Öyküler aslında birbirinden bağımsız. Ancak kitabı okuyup bitirdiğinizde aslında bu öykülerin bu bir iki tema ve birkaç görsel imge vasıtasıyla birbirilerine bağladıklarını görüyorsunuz. Yazar, bu imgelerin okuyucusunun gözünden kaçmasını istememiş olacak ki bu imgeler kalınla yazılarak okura dikkatli olması yönünde âdeta bir işaret verilmiş. Örneğin korku bu temalardan biri. Korku sözcüğü nerede geçse koyu olarak yazılmış. Yazar sanki bize bu öykülerde çok korkan biri olduğunu hatırlatmayı hep istemiş gibi. Balık bir başka nesne sık sık karşımıza çıkan. Balık, bir çeşit yardım çağrısı gibi. Ölümle yaşam arasında sıkışan kahramanların hayata biraz daha tutunabilmeleri için sarıldıkları, günlerce ellerinden bırakmadıkları, sayesinde hayatta kaldıkları nesne, bir anlamda öyküler için yaşamın kaynağı. Odalar var sürekli sıkışılıp kalan, içinden çıkılamayan. Bu odalar kahramanla birlikte okuru da alıyor, içine hapsediyor. Bir tuz var, birilerinin yardımına koşan. Kırmızı bir tuz. Bunun işlevini bulmak okura kalıyor, ama tuz okuru öyküler boyunca yalnız bırakmıyor. 
Bunun dışında renkler var sık sık karşımıza çıkan: Mor, sarı, mavi, turuncu, kırmızı. Mor genelede bir beden olarak çıkıyor karşımıza, morarmış, soluksuz kalmış ölmek üzere olan bir beden. Sarı soluk, uzun çöller ve ölümü çağrıştırır bir renk: “Sarı en çok İspanyolca’da sarıya benziyor oysa!” (79). Mavi, bir öyküye adını verecek kadar önemli bir renk. Mavi, çelişkili bir renk. Bir yanıyla sonsuzluğun simgesi, gökyüzü, su, hayat. Diğer yanıyla hastane, hastalık rengi mavi. Öyküler boyunca bu iki uç arasında gidip geliyor mavi, ama yine de en çok hastaneye ait görünüyor.
Anlatımın bir başka özelliği satır aralarına gizlenen ironi. Özellikleri öykü sonlarında karşımıza çıkan ironi, öykünün o ana kadar üzerimizde bırakdığı bütün duyguları silip yerine bir farklı bir duygu bırakıyor. Bu noktada öykülerin genel olarak okurun üzerinde bıraktığı duygudan da söz etmek lazım sanırım. Her okur elbette kendi duygusunu alacaktır öyküden. Her okuyuş nev-i şahsına münhasırdır ve hiçbiri bir diğerine benzemez. Yine de kendi izlenimimi paylaşmam gerekirse bu öykülerde ağır basan en önemli duygunun hüzün olduğunu söyleyebilirim. Büyük duygu patlamalarına yer vermiyor yazar. Sürekli sakin bir hüzün söz konusu alttan alta sezilen. Bu hüzne eşlik eden bir korku var öykülerde. Tahminimce bu hüzün ortada böyle bir korkunun var olmasından kaynaklanıyor. Okur, okuduğu satırlarda böylesine korkan biri varken ona yardım edememenin hüznünü yaşıyor sanırım.
Epikriz, bir anlatıcının halet-i ruhiyesini gözler önüne seren bir öykü kitabı. Birbirine benzemeyen, ama birbirine aslında sımsıkı bağlı olan öyküler okuru halüsinasyonlarla gerçekler arasında ince bir çizgide dolaştırıyor. Farklı anlatımıyla uzun süredir öykücülüğün ihtiyaç duyduğu taze kanı sağlıyor. Son zamanlarda alışılmışın dışında bir öykü okuma deneyimi yaşamak isteyen bütün okurları çağırıyor kitap, hepsine açıyor kapılarını, odalarını, her kahramanının önce tek tek, sonra bir bütün olarak hikâyesine davet ediyor bizleri. Temennim Tuncay Durmuş’un bu kitabıyla sınırlı kalmayıp öykülerinin devamını getirmesi, farklı öyküleriyle okuyucusunun karşısına çıkmasıdır. 




6 comments:

  1. Lakin ne korkunç bir isim seçmiş kitabına. Basitçe "hastalık ve tedavi özeti" olarak meal edilebilir kelime, böyle bakınca ironik olarak bile algılanabilir. Ama uzun zamandır çarşaf çarşaf epikriz raporlarıyla boğuşan birini, beni en azından, direkt kitabın bulunduğu raftan uzaklaştıracaktır bu isim.

    Üzgünüm Kaave, bu kitabı sadece senin anlattığın kadar bileceğim.

    ReplyDelete
  2. Sonunda bu yazının ne olacağı muamması da böylece bitmiş oldu sanırım. gayet de güzel yazıymış ayıplıyorum radikali :)

    ReplyDelete
  3. Enteldantel, Epikriz 15 öyküden birinin adı ayrıca. Haklısın iç karartıcı bir isim. Aslında sen de anlamışsındır ya kitabın kendisi de güllük gülistanlık değil. Yazarı arkadaşım, söz vermiştim bir tanıtım yazısı yazacağıma. Yazdım ama radikal kitap basmadı. Ben de en azından böyle değerlendireyim dedim.

    Selin, sorma bir muamma daha böylece çözülmüş oldu.

    ReplyDelete
  4. İy ki böyle değerlendirmişsin, senin yerinde senin okuyucularınla... Bu arada ben kitap ekleri ile ilgili bir arkadaşım bir şey söyledi bana, sonra direk mesajlara söylerim sana ((:

    ReplyDelete
  5. Radikal'deki yazıyı okuyunca bu yazı sansür yemiş?

    ReplyDelete
  6. Kısaltmışlar evet yazıyı. Keşke Benden isteselerdi kısaltmamı. En azından çıkmasını istemediğim bazı kısımları korurdum. Neyse geleneksel medyanın böyle sorunları var işte. Yayınlatmak bir dert, olduğu gibi yayınlatmak başka bir dert. En iyisi alternatiflerde takılmak.

    ReplyDelete

Söyle, içinde kalmasın.