izleniyoruz

Saturday, May 28, 2011

Mutluluk...

"Bana mutluluğun resmini yapabilir misin Sütlükahve?"
"Elbette. "

                                     Sütlü Kahve          Tütün Expertizliği      Küba         12

Thursday, May 26, 2011

Kaderin ufak çaplı ayak oyunları

İroni nedir sorusuna verilebilecek binlerce cevaptan biri, "sosyal medyadan elinizi ayağınızı çekmeye karar vermenizin üstünden henüz 60 saat geçmişken, fi tarihinde kaydolup kaydoluğunuzu bile unuttuğumuz bir mecradan kabul mektubu almanızdır"olabilir. İroni bu haliyle (Sahi Alfred, neden ironi diyoruz? Türkçesi yok mu bu meredin? Yoksa ironisiz hayatlara mı mahkumuz biz?") az rastlanır, rastlanınca da kıymeti bilinmesi gerekir bir hâldir.

Wednesday, May 25, 2011

Senden daha güzel...

Sene 1995
"Sütlükahve, sen çocukken çok güzel bir kızdın. Neden büyüyünce çirkinleştin?"
Baba


Sene 1998
Hayran olunan edebiyat öğretmeni:  "Güzellik kavramı göreceli midir çocuklar?"
Sütlükahve: "Evet hocam, elbette."
Hayran olunan edebiyat öğretmeni: "Peki sen hangi güzellik yarışmasında sana benzer birinin kraliçe seçildiğini gördün Sütlükahve?"
Sütlükahve: "..."
Hayran olunan edebiyat öğretmeni: (Antik Yunan'dan beri estetik güzellik kavramının değişmediğinden uzun uzun dem vurduktan sonra...) "Üzülme Sütlükahve, bodur tavuk her dem piliç."

Sene 2003
Hayran olunan sosyoloji profesörü: "Gürcü kızları çok güzel oluyor."
Sütlükahve: (İşi şebekliğe vurarak) "Sağolun hocam."
Hayran olunan sosyoloji profesörü: "Yani sen de güzelsin ama çok güzelleri var cidden."

Sene bilinmez.
Kişinin önemi yok: "Çok güzelsin."
Sütlükahve: "Siktir git lan!"

 P.S. Müyap beni de tehdit et!

Monday, May 23, 2011

Nâme IV

Sevgili dostum,

Mektubumun çok geciktiğinin farkındayım. Takdir edersin ki senin gönderdiğin son mektup kişinin okuyup bir anda hazmedebileceği ve ardından uygun cevabı yazabileceği cinsten değildi. Canın sağolsun. Bir bütün hâlinde anlayıp sindiremeyeceğimi fark ettiğim andan beri kelime kelime okuyorum mektubunu. Ancak bitti. Üzerimdeki etkisi, pek sevgili amcamın Beşiktaş her mağlubiyet aldığında sıraladığı yaratıcı küfürlerinden en sevdiğimi ağız dolusu yüzüne haykırma isteğiydi: "Tatlı yerini öptüğümün çocuğu!" Evet doğru anladın, anan tatlı sen değil. Mektubu, 13 Mart'ın bitimine sadece dakikalar kala göndermiş olmam benim arızalarıma, saplantılarıma ve travmalarıma işaret eder elbette ama senin bu gerçeği tam da ben unutmak için bu kadar gayret sarf ederken yeniden hatırlatman senin hangi vasfınla açıklanır onu bilmiyorum işte. Canın sağolsun... Ne yaparsan yap sonunda sana vasıf olarak "dostum"u seçiyorum.

Sana bugün oyundan bahsetmek istiyorum. Oyundan ve oyun oynamayı uzun süre önce unutmuş bir memleketin evlatlarından. Bütün o evlatlar arasından babam nasıl oldu da çıktı bilmiyorum ama zekasına ve yaratıcılığına en çok güvendiklerimin bile benim oyunlarımı hiç anlayamamaları, her şeyi son derece ciddiye almaları benim insan neslinin devamına ilişkin düşüncelerimi karartıyor. Tamamen sessizleştiğimiz bir anda "Adını ne koymuşlar?" soruma ciddi ciddi cevaplar arayacak olanların varlığıyla yaşamak denen bu zorlu süreçte ne kadar daha ilerleyebilirim? Ayrıca "öğreneceksiniz" dediğim de beni gerçekten öğretecek bir mevki zannedip egolarına hakaret edildiğini tasavvur edenlerin Kaf Dağı'ndaki burunlarının ardındaki görmek için parmaklarımın üstüne yükselmemin işe yarayamacağından da eminim. Zaten genel olarak parmaklarımın ucunda yükselmemin bana pek bir faydası dokunmadı şimdiye kadar. Bilirsin, en az saçım kadar kısayım...

Yine bir yerlere gidiyorum bu hafta sonu. Kart atıyorum gittiğim yerlerden ama senden ses çıkmadığı için gelip gelmediğini anlamıyorum.

Daha oyunlu yaz, olmaz mı?

Baki selam

sütlü

Friday, May 20, 2011

İpin gerilimi

İlk ne zaman yaşandı o gerilim? Kesin olarak hatırlayamıyorum. Ocak ortalarıydı sanırım. Başvuru zamanları yeniden yaklaşırken, dahası tez milim bile ilerlemezken, ben ağır bir suçluluk duygusunun altında aslında bir çeşit "yaşı büyük" arkadaş gibi gördüğüme biraz fazla yakınmıştım sanırım. Yakınmalarımın zihninde oluşturduğu imajın ne olduğunu, o gün ofiste uzun zamanlık tanışıklığın ardından ilk kez tanık olduğum kızgın yüz ifadesine bakarken ve genellikle gülümserken alışık olduğum dudaklarından öfkeli bir ses tonu ile "sen söyleyemiyorsan, ben gidip konuşurum!" sözcükleri dökülürken anladım. Anladığım şeyden hoşlanmadım. Önce şunu uyguladım: Bir süre, bir ay kadar, ortalarda görünmedim. Gitmedim, gelmedim, kaldı ki kendimi bile sevdiğim diğer bazılarından mahrum ettim. Baktım dönünce de değişmiyor durduğu nokta,  taktik değiştirdim: Uzun uzun ve zamana yayarak konuşup kendimi anlattım. Ben, ben olduğum, ben böyle olsun istediğim için mevzunun böyle olduğuna; benim var olan içinde aslında ne kadar mutlu olduğuma -ne kadar dil döksem de- ikna edemedim. Nihayetinde gözündeki yerimi iyice açık eden sözcükler döküldü ağzından: Köle. Benim sevgi, saygı, öğrenmenin keyfi ve en önemlisi benim isteğimle inşa ettiğim ilişkiyi basit bir "köle-efendi", bir "emir-komuta" zincirine indirgedi. İtiraz etmedim: "Köleliğimden memnunum, efendime dokunmayın" dedim. Güldü. Ben de güldüm. 

Şimdi ne o beni kendi istediğine zorlamaktan geri duruyor ne de ben istemediğim bir yola girmeye direnmekten vazgeçiyorum. İp ne kadar daha gelir, kopar mı esner mi merak ediyorum. 

Wednesday, May 4, 2011

Tesadüf

Tesadüf dediğiniz şey, bir gavur elinden henüz döndüğünüz evinize doyamadan bir başka ele seyahat etmek üzere eşyalarınızı hazırlarken, konuşmanızda "belki referans olarak kullanırım" düşüncesiyle elinizi attığınız ve şöyle bir karıştırdığınız Susan Sontag'ın Başkalarının Acısına Bakmak adlı kitabının sarı sayfalarının arasından uzun zaman önce kaybettiğinizi sandığınız - hayır, kendisini değil, kendisini uzun zaman önce kaybettiğinizi ve yeniden bulacağınız yerin bir kitabın sarı sayfaları olmadığını zaten biliyorsunuz - annenizin eskimiş, siyah-beyaz ama sizce en güzel  fotoğrafının çıkmasıdır. Üstelik "Anneler Günü" denilen o yaraya tuz güne az kala.