izleniyoruz

Tuesday, June 19, 2012

Bak sana bir fıkra anlatayım.

Bir Amerikalı, bir Yunan, bir Yahudi ve bir Türk oturmuş çay içiyorlarmış. Ve aslında bundan başka bir şey de olmamış. Sakin sakin çaylarını yudumlayıp uzun uzun sohbet edip dağılmışlar. Hatta bırakayıp şu "-miş"li geçmiş ekini bir kenara da "dağıldılar" diyeyim.

Ya da en iyisi baştan başlayayım. Pazar günü dörtten sonrayı iöyle bir grubun içinde geçirdim. Beş Türk: biri Kafkas; birinin sekizde biri Rum, biri Yahudi, diğer ikisi en azından bildikleri kadarıyla Türk.    Bunların hepsi Türkçe ve İngilizceye hakim. Kafkas olan aynı zamanda Fransızca ve bir parça babaannesinin dilini konuşuyor. Sekizde bir Rum olan elbette Rumca biliyor çat pat. Yahudi Türkçe, İngilizce, biraz Fransızca biliyor ve elbette Ladino'dan anlıyor. Ortamda iki Yunan var. Baba-oğul. Baba ziyarete gelmiş. Bizim amcalardan farkı yok. "Hello", "Thank you" dışında İngilizce bilmiyor. Oğlu Yunanca ile İngilizce arasında sık sık çevirmenlik yapıyor. İki Amerikalı daha var. İki eşcinsel. Biri Yunan asıllı. Mükemmel Yunanca konuşuyor. Diğeri Afro-Amerikan. Afro-Amerikan'ın biyolojik çocukları olduğu belli olan iki küçük kızları var. Türklerin de çocukları var. Çocuklar sadece çocuk. Oyunun dilini keşfedip diğer mevzularla ilgilenmiyorlar.


Bir masanın etrafında önce börekler yeniyor. Çay, böreğe eşlik ediyor. Karınlar doyuyor, sohbet derinleşiyor. Yemeğin cilası bir tek rakı oldu. Keyfim gıcır oldu. Masaya şöyle bir baktım ve o anda anladım. Burası insanoğlunun yorulan zihnini dinlendirmek için son derece iyi tasarlanmış, arızalarından arındılmış, bir çeşit yeryüzündeki cennet görüntüsü verilmiş, bir tuzaktı.

Fuck!              

1 comment:

Söyle, içinde kalmasın.