izleniyoruz

Friday, March 25, 2011

Çocuklar geliyormuş...

Bizim evde - gerçi bizim evin sınırlarının ve ailenin kapsamının da ayrıca açıklanması gerekir ya neyse, kısaca "geniş" diyeyim ben, siz anlayın - "çocuklar geliyormuş" sihirli bir cümledir. Bu cümlenin çıkışı, benim 1996'da haftasonları dershaneye gitme gerekliliğimle yaşadığım şehirden eve gelişlerimin uzun ve resmî tatillerle sınırlanmasına tekabül eder.  O zamanki hâli "sütlükahve geliyormuş" şeklindeydi. Uzun süre bu şekilde kullanılagelen cümle, hem mecazen hem de gerçekten bir bayram havasına gönderme yapardı sıklıkla. Bayram seyran ve düğün cenaze ikililerinden birine denk gelirdi gelişlerim. En çok kardeşim beklerdi. Saat sayardı. Evet, gerçekten son hafta önce günleri, son iki üç gün kala da saatleri sayardı. Kardeşimin saatleri sayması, 2002 yılında yanıma taşınmasıyla bir nebze yatıştı. Lakin bu defa babaannemin gözlerini yollardan almak mümkün olmadı. Sürekli sorusu "çocuklar ne zaman geliyormuş" oldu. Hayatı boyunca kesintisiz birlikte geçirdiğimiz üç beş günlere rağmen bize hasreti hiç bitmedi. "Çemi gogo, çemi lamazi gogo" ve "ekizlerim benim" cümleleriyle bizi sevmekten ve özlemekten hiç bıkmadı. Ama doğrusu galiba hasreti aslında bize değildi.

Babaannem bir süre sonra aramızda altı yaş olan kardeşimle bana neden "ikizler" demeye başladı, ne zaman başladı hatırlamıyorum. Belki kardeşimin boylanıp poslanıp zaten minnacık olan bana çatması, hatta belki biraz geçmesidir nedeni. Belki de baktığında gördüğü teklik ve ikimize ayrı birer kader tayin edememesindendir.


İşin ilginci bir noktadan sonra biz kardeşimle gerçekten bir çeşit ikiz gibi olduk. Her işi birlikte yapmak gibi anlamsıztan söz etmeyeceğim elbette ama demek istediğim canımın yandığı yahut mutlu olduğum her anda ben yanımda kardeşimin olmasını hayal eder hâle geldim. Sanıyorum ki benzer bir süreç onda da işledi. Hayatımızdaki diğer insanlara (dostlara, arkadaşlara, hocalara, sevgililere vs.) rağmen özünde ben her yolculuğa önce kardeşimle çıktığımı hayal ediyorum. Kimse de yadırgamıyor bunu. "Neden yadırgasınlar?" sorusu geçebilir elbette aklınızdan. Bu soruya cevap olması için size uzun uzun ailenin dinamiklerinden, muhafazakarlığından, erkek egemenlikten, bizden başka ailenin hiçbir kadınının/kızının tek başına hareket etmemezliğinden ve daha nice şeyden söz etmek lazım ama etmeyeceğim. 


Geçen cuma günü her zamanki vesile ile memlekete gitmek icap etti. Uzun zamandan sonra kardeşle... Evin yedek anahtarı yanımızda olmadığından ve sabahın altısında anahtarla kapıyı açmak suretiyle evde uyuyanın yüreğine indirmemek için babamın karısına ulaşmaya çalıştım. Olmadı, ulaşamadım. Apartmanın her katında geniş ailenin bir ferdi oturduğundan alt katı arayıp "biz geliyoruz, haber versenize yukarı" dedim. Ve adım kadar emindim ki benim o telefonum bizim ailede kulaktan kulağa "çocuklar geliyormuş" şeklinde fısıldandı. Çocukları ağırlama telaşına düşüldü. Hani hemen döneceklerse alışılageldiği üzere "ne katsak?" kaygısı yaşandı. Değişmez olarak benim için su böreği, kardeş için sarma hazırlandı. O cumartesi sabahı bizim evde yine hem bir cenazenin burukluğu hem çocukların gelişinin mutluluğu yaşandı. 


Bazı şeylerin hiç değişmeyeceğini hissedip ürperdim. 

No comments:

Post a Comment

Söyle, içinde kalmasın.