izleniyoruz

Wednesday, October 21, 2009

Çevirmen aşka düştüğünde...

Çevirmen, aşka düştüğünde ne yapar? Metni karşısında gördüğü o ilk anda ne hisseder? Satırların üzerinde gezerken gözleri, aklı ne söyler? Çevirmen aşka düştüğünde, ama gerçekten aşka düştüğünde ne yapar?

"Here the rose keeps on translating itself, auto-translating automatically, in trance; there is no way to translate a rose."

Çevirmen gerçekten aşka düştüğünde hiçbir şey yapamaz. Metnin karşısında büyülenir kalır. Kalem oynatamaz, tuşa basamaz. En basit sözcükler bile yitirir karşılıklarını. Anlam büyüdükçe büyür, içinden çıkılmaz, başı sonu tutulmaz bir hal alır. Çevirmen aşka düştüğünde çeviremez, lâl olur.

"For otherwise the rest would be silence and how now can we bare the silence in this clutter of metaphors currently cultivating, tumbling endlessly?"

Aşka düşülen metnin her bir sözcüğü ateşin pervaneyi çektiği gibi çeker çevirmeni kendine. Çevirmen bilir ki, çevirmek de çevirmemek de aynı derecede ölümcül, ama çevirmemek imkansız, çevirmeye direnmek faydasızdır.

"There is violence and murder and blood, inevitably…A terrible scene of diversion and rape that repeats over and over again…I retreat with no intention: there is no point in resistance."

Geriye dönüp baktığında çevirmen pişmanlıktan ibaret kalacaktır. Çevirmeye direndiği, çevirmeden edemediği metnin kırık dökük, parçalanmış bedeni yatmaktadır satırların arasında. Her karşılığın eksik, her denemenin yetersiz kaldığını bile bile, sevdiğini kendi eliyle ölüme gönderdiğini göre göre yaşanan o kanlı süreçten geriye talan edilmiş bir metin kalacaktır sadece.

Çevirmen aşka düştüğünde ne yapar? Çevirmen aşka düştüğünde çeviremez, lâl olur ve hatırladıkça ağlar.

"The remembrance is always that of sorrow, of pain and defeat; but nonetheless you cannot escape or reject or deny or spare the rose that in its emptiness posits itself with utter enmity, with the malignant venom of pure love."

No comments:

Post a Comment

Söyle, içinde kalmasın.