izleniyoruz

Thursday, June 9, 2011

Paris'te İki Gece

Sevgili kari,

Bilir misin bilmem ama rabbin bu kuluna lütfetti de kendisini 13 yıl önce kalbine aşkı düşen memlekete nihayet 2011 Nisan'ında gönderdii. Evren gönderenden razı olsun. Lakin Paris bir acayip memleket kari. Tek başına keyfi var da insanın yüreği illa bir sevdiği yanında olsun istiyor. Kim olduğunu kendime saklayayım ya, olsa ne güzel olur. 

Güzel memleket, sözüm yok. Her yanı bir kartpostal âdeta. İnsanın deklanşöre basası gelmiyor, çünkü çıkan  çerçevenin elindeki uyduruk makine ile asla gördüğüne tekabül etmeyeceğini iyi biliyor. Yine de size bu aciz seyyahınızın ilgilisini, alakasını yansıtan karelerle bir Paris göstereceğim. 

24 saatin sonunda nihayet deklanşöre bastığımda çektiğim ilk kare şuydu: 



Evet, bir at maketi. Atlar güzeldir. Fazla söze gerek yok. 

Bir Sacré Couer gerçeği var elbette ama bence ondan güzeli şu şekerleme dükkanıydı. Bir çizgi filmden fırlamışcasına...



Ayrıca şu meydan da Sacré Couer'den daha gerçek olabilir. Soldaki büyük ağacın altında oturanlar Senegal'den bizim çocuklar. İplerle bileklik yapmak için insan kovalıyorlar. Ben de yaptırdım bir tane. Senegali birleştiren, bizi bölen renklerde. Sağ tarafta atlı karınca. Bütün renkleri ile bu gri dünyanın içinde bana "gel" derken...



Sacré Couer'ün 300 karanlık ve dar basamak tırmanılarak çıkılan kubbesine de tırmandım. 



Ama itiraf ediyorum sürekli yükselen o merdivenlerde bir süre sonra tek başıma korktum. Klostorofobiye ramak kaldı. 



Dönüş yolunda kendimin de memlekette sık sık ziyaret ettiğim bir yer gördüm: Kuş hamamı. 


Ve bir klasik: Moulin Rouge. Hâlâ kulaklarımızda çınlıyor değil mi o şarkı: Voulez-vous coucher avec moi, ce soir? Yatamadan geldik, o ayrı. 

Şarkı şurda:
Fotoğraf da burda:



Müzeler görülesi elbette. Musée d'Orsay'in içine girmek mümkün olmadı. Bahçedeki hayvanları ile haşır neşir oldum: 





Lakin D'Orsay'in mağazasına girmek mümkün oldu. Ve bakın en buldum:



Bilmeyenler için tercüme: "Okuyan Kadınlar Tehlikelidir." Kendi adıma şeref duydum efendim. 

Her memleketin kendine göre bir dilek ağacı ve çaput bağlama geleneği varmış. Bunu öğrendim Paris'te. Renkli ve güzel görünüyorlar. Akıl edenin aklına sağlık.



Kitapçılar ve kitaplar her daim ilgimi çekiyor. Aksi mümkün değil ne yazık ki. Ama bir vitrine bakıp şu kitabı görünce gülümsemeden edemiyorum:


Fotoğraf flu ama koymadan edemedim. Eğer kitapçı açık olsaydı, "Egoiste" kesinlikle Fenasi K.'e hediye edilecekti.  

Kitapçı sevmemin bir nedeni de bu işte. Kepenkler bile bir başka dünya.



Memleket pek artiz, uyarı işaretleri bile afili.



Son tavsiye: Hiçbir müzeye gitmeyebilirsiniz, ama Rodin Müsesine gidin. Bahçesi etkileyici. Heykeller baştan çıkarıcı ve kesinlikle insana sevişme isteği veren cinsten. Müze meraklısı olmayabilirsiniz, ama bunu atlamayın. Pişman olmayacaksınız. 

Müzenin bahçesinden:



Dikkat, edepsizlik diz boyu:





Bir daha gitmek nasip olur mu bilmem, ama gördüğüm kadarı bile güzeldi. Size şehrin karanlık yüzünden bir şey gösteremiyorum zira zaman çok kısıtlı ve bağlantılar zayıftı. Artık onu da siz buluverin.