Sevgili dostum,
Gördüğün gibi bu mektubu sana 14'ünde yazıyorum. Evet, 13'ünü atlatmayı başardık. Amerikan filmleri gibi değil mi? Değil. Bildiğin 13 Mart işte. Günlerden Cuma mıydı? Yok artık daha neler... Bu kadar klişeye düşemez. Değildi zaten. Neyse sana bundan bahsetmeyeceğim. O yüzden 13'ünde değil, 14'ünde yazıyorum.
Cevaplarını kabul etmiyorum. Önce bununla başlayalım. İnsanın bazen kendine yardım edesi gelmez. Kendine yardım edecek gücü ve dahi isteği de bulamadığından lakin yardıma duyduğu karşı koyulmaz, kaçınılmaz, zaruri ihtiyaçtan dolayıdır ki kalkıp bir bardak su bile içmek istemediği zamanlarda üşünmeden dostuna mektup yazar ve - bütün tıynetine aykırı olmasına rağmen - ayan beyan yardım istediğini söyler. Böyle durumlarda senin verdiğin cevabı vermek, en iyi ihtimalle okkalı küfre layık dokuz kusurlu hareketten ilkidir. Beni sana küfretmek zorunda bırakma.
Ayrıca cahilliğimle dalga geçmen de hoş olmadı doğrusu. Nereden bileyim ben Juan bilmem nenin aslında başka işler peşinde olduğunu. Ama bak ne diyeceğim. Bu defa Alejandro D'Alberia mesaj attı. Hemen dalga geçmeye hazırlanma. Bunu tanıyorum. Toplantıların birinde denk gelmiştik. Hatta ilk mesajı ben attım. İspanya'nın küçük bir kasabasına davet etmiş. Olur gelirim, dedim. Yani giderim bence. Biliyorsun Selinovski Kuzey Kutup Çizgisi'ne gitti. Ondan önce de dünyanın öbür ucuna gitmişti. Demek ki gitmek çok da zor bir olay değil. Neyse sana oradan kart atarım artık.
O da değil de başka bir şey soracağım sana. Gitmek deyince geldi aklıma. Bu dünyadan gidişine bir iki saat kalmışken insan, neden "canın acıdı mı?" diye sorar. Yok, bahsetmeyeceğim merak etme. 20 yıl olmuş. Bahsedilecek bir yanı kalmadı.
Baki selam.
sütlü
No comments:
Post a Comment
Söyle, içinde kalmasın.