Bazıları maşuk doğar, bazıları âşık.
Zaten kıyamet bundan kopar. Daha doğrusu kıyamet bir süre sonra aktörlerin rolleri değişmek istemesinden kopar. Hayır, hayır aktörlerin dediysem yanlış anlaşılmasın. Maşuğun rolünden vazgeçmeye yanaştığı Divan edebiyatında hiç görülmez de belki dünya tarihinde nadir örnekleri vardır. Bilmiyorum, aramak görmek lazım lakin benim buna gücüm yok. Ben kendi rolüme odaklanmak istiyorum: âşık.
Bütün mesele şu: âşıksan âşıklığını bileceksin. Gayri yolu yok. Nedir bu? Uzaktan seyredecek, çağırınca gideceksin. İstediği zaman, istediği gibi, istediği kadar seveceksin, isteği geçince geldiğin yere dönmeyi becereceksin. Sevmekten zevk alacak, sevilmene müsaade verildiği için şükredeceksin.
Bunlarda bir sorun yok bence. Hepsini tek tek, noktasına virgülüne yapıyorum. Gel gelelim hayvan-ı beşer, id-ego-süperego üçlemesinden ibaret. İd'i böyle beslesem de ego ve süperego bu açlığa fazla dayanamıyor. Hiç beklenmedik bir anda, gidişattaki mini minicik bir aksaklıkta arıza veriyor. Bütün arızalarına mantıkî esbab-ı mucizeler icat etse de sanırım aslında zaman zaman o da maşukluğa özeniyor, az biraz sevilmek istiyor ya da tam da o arızanın çıktığı alanda sevilmiş olduğuna dair bir emare arıyor. Bu emare, elbette, hastalıklı âşık zihninin saplantılı bir tutumla belirlediği tekil bir hareket, söz, bakış vs. olduğu için aksine asla ve kat'a ikna olmuyor. Sonra yaralandığını düşünüyor, oturup ağlıyor, kırılıyor, inciniyor vs.
Neyse, git üstüne kalın bir şeyler giy. Daha fazla üşütme!
Harika... Paylaşımlarınız için tebrikler ve teşekkürler. :)
ReplyDeletehayırdır sütlü hanım'cığım?
ReplyDeleteHayra alamet var mıdır evli beyefendiciğim?
Delete